(Afganistan'daki 10 Kasım konuşmamdan...)
Bugün,
10 Kasım 2011. Atamızı ebediyete uğurlamamızın üzerinden tam 73 yıl geçti.
Anayurdumuzdan 3000 km
uzaklıktaki bu atayurdumuzda, Afgan kardeşlerimizle beraber, seni ve milletine
adadığın o kısacık ömrüne sığdırdığın sayısız fedakârlıkları bir kez daha
gururla anıyoruz.
Atam,
senin kurduğun Cumhuriyet, yine senin aydınlattığın yolda hızla ilerlemekte,
içteki ve dıştaki düşmanlarımıza inat, senin ilkelerine sımsıkı bağlı evlatlar
yetiştirmeye devam etmektedir.
Ve
Cumhuriyetin evlatları, bu atayurdunda, senin en önemli miraslarından biri olan
Afgan-Türk dostluğuna sahip çıkmak ve onu daha da pekiştirmek için buradalar.
Senin evlatların, ektiğin dostluk tohumlarını yeşertmek ve sulamak derdinde,
başları dik, emrindeler Paşam!
Neden
başımız dik olmasın ki? Yok olmanın eşiğinden bugünlere geldik.
Destan
Çanakkale’de başladı. “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” emrini
alan 57’nci Alay, son neferine kadar şehitlik şerbetini tattı, ama yine de Atam
ve emrindeki mehmetçik düşmana namusunu, toprağını çiğnetmedi.
Dedelerimizin
canları pahasına yaptırmadığına, padişah ve yanındaki korkaklar masabaşında
izin verdiler.
Düşman
her taraftaydı: İstanbul’da, sarayın içinde, İzmir’de, Samsun’da, Balıkesir’de,
Adana’da, Eskişehir’de, Konya’da, İzmit’te, Afyon’da, Kars’ta, Antep’te, Antalya’da,
Urfa’da; dört bir yanımızda Türk Milletini tarihten silmek için her türlü
alçaklığı yapıyor; kadın, yaşlı, çocuk demeden önüne geleni gözünü kırpmadan
yok ediyordu.
Yunanlar,
Ermeniler, İngilizler, İtalyanlar, Fransızlar, Ruslar... Ve bunlardan daha da
kötüsü içerdeki satılmış hainler...
Ümidi
tükenmişti herkesin. Yıllar süren savaşlar, yokluk, fakirlik ve ardından gelen
Birinci Dünya Savaşı yenilgisi sonrası, elden giden vatan: Ovalarımız,
nehirlerimiz, denizlerimiz, güzel Anadolumuz...
İşte
bu korkunç durumda bile hala ümidini yitirmeyen Gazi Mustafa Kemal, “Ya
istiklal; ya ölüm!” parolasıyla esir olmak yerine ölmeyi tercih eden dedelerimizden
oluşturduğu çarıklı, bitkin, aç ve yoksul ama yüreği istiklal için çarpan ve
gözleri ufukta ölüme koşan bir ordu kurmak için gecesini gündüzüne kattı.
Cesur
ve Atasına kenetlenmiş ordu, O’nun emrinde zaferlerden zafere koşuyor,
İnönü’de, Sakarya’da, Afyon’da düşmanı bozguna uğratıyordu. Yurdun dört bir
yanı gözü dönmüş ellerden kurtarılıyordu.
“Ordular,
ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emriyle, 14 günde, muharebe ederek ayağındaki
çaputla 400 km
yol alan ordu, kaçan Yunanlıyı denize döküyordu.
Yok
olmak ve var olmak arasındaki namus mücadelesi başarılmıştı. Atatürk, üstün
liderlik vasıflarıyla ve eşsiz topyekün savaş stratejileriyle yedi düveli
mağlup etmiş, aynı zamanda, insanca yaklaşımıyla da düşmanlarının hayranlığını
kazanmaktan geri kalmamıştı. 11 Kasım 1938’de tüm dünya gazeteleri O’ndan
övgüyle bahsederek saygılarını dile getirmişlerdi.
Atam
sen övgülerin en büyüğüne layıksın:
Senin
sayende tek millet olmayı tek yürek atmayı başardık.
Senin
sayende albayrağımızın gölgesine sığındık.
Yüce
Atam, rahat uyu !
Yüreği
vatan, millet ve Atatürk sevgisi ile dolu olan evlatların;
- Kurduğun Türkiye Cumhuriyeti Devletini çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne taşımayı;
- 21’inci Yüzyıla Türk damgasını vurmayı;
- Türk halkının güvenliğini ve ekonomik refah seviyesini en üst düzeye çıkarmayı hedef edinmişler, ayrıca;
- Sınırları şehit kanları ile çizilmiş ve bugün de kanla korunan bu vatanın bütünlüğünü;
- Yıllardır bir arada yaşayan ve yaşama kararlığında olan ulusumuzun birlik ve beraberliğini;
- Çağdaş, modern, laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve kurulmasına esas teşkil eden ilke ve inkılaplarını;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder